13 Mayıs 2015 Çarşamba

Hemşireler Günü

Hemşireliğin kurucusu Florance Nightingale'in doğum günü olan 12 Mayıs hepimizin bildiği gibi, hemşirelik haftasının başlangıcı olarak kabul edilmektedir.


Hemşirelik, sağlık hizmetlerinin en önemli unsurlarından birisidir. Özveri, sabır, hoşgörü kavramlarını içinde bulunduran ve zor bir meslek olan hemşirelik; diğer mesleklerde olduğu gibi, toplumsal ihtiyaçlardan doğan, insan hayatıyla yakından ilgili olan bir meslektir.

Bu nedenle, sevgiden, şefkatten, disiplin ve ciddiyetten uzak bir kişinin bu mesleği icra etmesi mümkün değildir. Çünkü hemşire, sağlığı yerinde olmayan, yardıma muhtaç olan insanlara hizmet vermektedir.

1964 yılından itibaren ülkemizde de her 12 Mayıs Günü "Hemşireler Günü" olarak kutlanmaktadır. 

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN SORUNLARI

Dünyada Modern hemşireliğin kurucusu olan Florance Nightengale’in doğum gününe rastlayan 12 mayıs, ülkemizde 1954 yılından beri Hemşireler haftası olarak kutlanmaktadır.
Hemşirelik, ICN (İnternational Counsel Of Nursing) nin tanımına göre; bireyin ailenin ve toplumun sağlığını koruma ve geliştirmeye yardım eden ve hastalık halinde iyileştirme ve rehabilite etmeye katılan bir meslek grubudur.
Her profesyonel disiplinde olduğu gibi hemşirelik mesleğinde de bilimsel bir temele oturtma gereği vardır. Çünkü hemşirelik kurumsal bilgi ve beceriyi içeren uygulamalı bir sağlık disiplinidir. Hemşireliğe geleneksel anlamda bakıldığında hekimin hazırladığı, planladığı tedaviyi uygulayan kişi olmakla beraber, modern anlamda bağımlı fonksiyonlarının yanı sıra bağımsız fonksiyonları da olan bir sağlık disiplinidir.
Bağımlı fonksiyonları; hekimin istediği tedaviyi uygulamaya yönelik yaptığı işlerdir.
Bağımsız fonksiyonları; hemşirenin bilgi ve deneyimine dayalı olarak bakıma yönelik fonksiyonudur.
Yarı bağımlı fonksiyonları ise; hekimin order ettiği tedaviyi uygularken tanı ve tedaviye yönelik oluşabilecek sorunların gelişip gelişmediğini izleme ve bu konuda gerekli önlemleri almaktır. Bütün bu fonksiyonları uygularken; sağlık bakı-mındaki uygulayıcı, yönetici, eğitimci ve araştırıcı rollerini profesyonel anlamda kullanmaya özen gösteren bir meslek grubudur.
Hemşire; temel bir hemşirelik programını tamamlamış olan ve ülkesinde; toplumun da katkısını alarak hastalığın önlenmesi, hastanın bakımı ve sağlık düzeyinin yükseltilmesi için sorumluluk almaya yeterli ve yetkili kişidir.
Bir bilim ve sanat olarak çağlar boyunca toplumsal bir kurum olan hemşirelik mesleğinin ana fonksiyonu; sağlıklı veya hasta bireye, yararlı hizmet vermek, yardım etmek, bakmak ve iyileştirmektir. Ancak yeni yüzyılda hemşirelik mes-lekleşme çabaları içine girerken mesleğin temel amacının yalnız bakım vermekle sınırlandırılama-yacağı; uygulamaları ve eğitim verme fonksiyonu ile de hizmet alanını geliştirmekle yükümlü olduğu ve sağlık disiplinlerinin oluşturduğu zincirin önemli halkalarından birini oluşturduğu fikri herkes tarafından anlaşılmıştır ve kabul görmüştür. Bu düşünce yıllar sonra kendisine order edilen işlemlerle uğraşan, söyleneni uygulayan kişiler yerine; üretici, yargılayıcı, karar verici, sorun çözücü, bilimsel gözlemci, olayları daha objektif değerlendirici; neyi, niçin, nasıl yapacağını bilen, yapması gerekeni elimine etmeye çalışan hemşirelerin yer almasına neden olmuştur. Çünkü sağlık bir ekip işidir ve ekibin en etkin üyelerinden birisi hemşiredir.
Zaman ve mekan ayırt etmeden her şart ve koşulda sağlık hizmeti sunan fedakar, özverili çalışkan profesyonel ve sosyal özelliklere sahip olan hemşireler hasta ile hekim arasında ki koordinasyonu sağlayan en iyi iletişimcidir. 1999 yılında yapılan uluslararası Hemşirelik Konseyinin 100. Yıl Dönümünde BEYAZ KALP hemşireliğin evrensel sembolü seçilimştir. (Beyaz renk, bütün renkleri bir araya getirdiği için ve tüm insanların kabul ettiği hemşirelik göstergesi olduğu için seçilmiştir. Beyaz aynı zamanda tüm dünyada hemşirelik, bakım, hijyen ve ferahlıkta kabul edilmiş bir renktir. Kalp şekli insanlığı ve hemşireliğin kaliteli sağlık bakımında sahip olduğu en uygun yeri ifade etmektedir.)
Hemşirelerin sık sık gündeme gelen ve çözüm bekleyen sorunları vardır.
Bunlar:
-Yardımcı sağlık personeli olarak adlandırılmaları,
-Farklı düzeyde eğitim alınması, mesleki yaşantıda eşit şartlarda çalıştırılmaları
-Branşlaşmanın az olması, istenilen branşta çalışamama
-Toplumumun hemşirelik mesleğine olumsuz yaklaşımı
-Malzeme ve ekipman eksikliğinin hemşirelik bakımında ortaya çıkan aksaklıkların hemşireyi olumsuz etkilemesi
-Hemşire sayısının yetersiz olması sonucu iş yoğunluğu ve nöbet sayılarındaki artış, aşırı derece de yıpranma
-Bilişim çağı olarak nitelendirilen günümüzde hemşirelerin mesleki anlamla teknolojilerin dizaynı ve gelişiminde teknoloji üreticileri ile beraber çalışılmaması ve hemşirelerin bireysel anlamla kendini yenileyememesi
-Bakım standartlarının tam olarak uygulanmaması ve yaygınlaştırılmaması
-Görev yetki ve sınırlarının belli olmaması; iş yerlerinde ara meslek elemanı olarak görülmeler; evrak takibi ve sekreterlik gibi işlerde çalıştırılmaları
-Yaptığı işe ve insana değer veren, saygı duyan yönetim anlayışının olmaması
-Sosyo – ekonomik şartlarının gelişmiş ülkelerdeki seviyenin altında olması
-Ücret yetersizliği,
-Ulaşım servislerinin olmaması
-Nöbetli kuruluşlarda çalışılması nedeniyle süt izinlerinden düzenli yararlanılamaması
Hemşireler hizmet, eğitim, yönetim, dayanışma ve araştırma görevlerini tam olarak yerine getirebildikleri zaman profesyonel nitelikleri ortaya koyma ve benimsetme şansını elde edebileceklerdir. Profesyonel hemşirelerin amacı : Sağlığı korumak, geliştirmek, hastalara daha verimli, kaliteli hemşirelik bakımı vermek, insanımıza hak ettiği hizmeti en iyi biçimde sunmaktır.


En Mutsuz Eden Meslek Sıralamasında Hemşirelik İkinci Sırada




CareerBliss tarafından yapılan araştırma, en mutsuz eden meslekleri ortaya koydu.
Bu meslekler arasında 2. sırada hemşirelik mesleği yer alıyor.
CareerBliss tarafından yayımlanan rapora göre, düşük maaş, düzensiz çalışma saatleri ve çalışanlarının yükselme şansının olmadığı meslekler en mutsuz eden meslekler arasında yer alıyor.
Şubat 2011-Ocak 2012 yılları arasında ABD’li şirketlerde yapılan araştırma, çalışanlarının en mutsuz olduğu meslekleri ortaya koydu.
100 bin civarı çalışan üzerinde yapılan araştırma kapsamında en mutsuz eden mesleklerin başında güvenlik görevlileri geliyor.

EN MUTSUZ EDEN MESLEKLER
1.Güvenlik Görevlisi
2.Hemşire
3.Öğretmen
4.Satış Elemanı
5.Ürün Yöneticisi
6.Program Yöneticisi
7.Pazarlama Elemanı
8.Satış Direktörü
9.Pazarlama Direktörü
10.Bakım Onarım Şefi

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Hemşirelik Kanunu

Kanun No. 5634                                                                       Kabul Tarihi : 25/4/2007
MADDE 1 – 25/2/1954 tarihli ve 6283 sayılı Hemşirelik Kanununun 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
             "MADDE 1 – Türkiye’de üniversitelerin hemşirelik ile ilgili lisans eğitimi veren fakülte ve yüksek okullarından mezun olan ve diplomaları Sağlık Bakanlığınca tescil edilenler ile  öğrenimlerini yurt dışında hemşirelik ile ilgili, Devlet tarafından tanınan bir okulda tamamlayarak denklikleri ve diplomaları Sağlık Bakanlığınca tescil edilenlere Hemşire unvanı verilir."  
MADDE 2 – Hemşirelik Kanununun 3 üncü  maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
             "MADDE 3 – Türkiye’de hemşirelik mesleğini bu Kanun hükümleri dahilinde hemşire unvanı kazanmış  Türk vatandaşı hemşirelerden başka kimse yapamaz."
MADDE 3 – Hemşirelik Kanununun 4 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
             "MADDE 4 – Hemşireler; tabip tarafından acil haller dışında yazılı olarak verilen tedavileri uygulamak, her ortamda bireyin, ailenin ve toplumun hemşirelik girişimleri ile karşılanabilecek sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını belirlemek ve hemşirelik tanılama süreci kapsamında belirlenen ihtiyaçlar çerçevesinde hemşirelik bakımını planlamak, uygulamak, denetlemek ve değerlendirmekle görevli ve yetkili sağlık personelidir. Ayrıca aile hekimliği uygulamasına ilişkin kanun hükümleri ile bu Kanuna dayanılarak yürürlüğe konulan mevzuattaki görevleri de yaparlar.
             Hemşirelerin birinci fıkrada sayılan hizmetlerde çalışma alanlarına, pozisyonlarına ve eğitim durumlarına göre görev, yetki ve sorumlulukları Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
MADDE 4 – Hemşirelik Kanununun 8 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
             "MADDE 8 – Lisans mezunu hemşireler meslekleriyle ilgili lisansüstü eğitim alarak uzmanlaştıktan ve diplomaları Sağlık Bakanlığınca tescil edildikten sonra uzman hemşire olarak çalışırlar.
             Hemşireler meslekleri ile ilgili olan özellik arz eden birim ve alanlarda belirlenecek esaslar çerçevesinde yetki belgesi alırlar. Yetki belgesi alınacak eğitim programlarının düzenlenmesi, uygulanması, koordinasyonu, belgelendirme ve tescili ile  kredilendirme ve yetki belgelerinin iptali gibi hususlar, Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
MADDE 5 –  Hemşirelik Kanununun 9 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
             "MADDE 9 – Hemşirelikle ilgili yönetim görevlerinde lisans ve lisansüstü eğitime sahip hemşirelerin rüçhanhakları vardır."
MADDE 6 – Hemşirelik Kanununun 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 10 uncu ve 12 nci maddeleri  yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 7 – Hemşirelik Kanununun mevcut geçici maddesine "1" numarası verilmiş ve Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 2 – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce hemşirelik ve hemşireliğe eşdeğer  sağlık memurluğu programlarından mezun olanlar ile halen bu programlarda kayıtlı bulunan öğrencilerin kazanılmış hakları saklıdır.
Hemşirelik eğitimine eşdeğer sağlık memurluğu programlarından mezun olanlar hemşire olarak çalışırlar.
             Hemşirelik eğitimine eşdeğer sağlık memurluğu programının adı, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren hemşirelik programı olarak değiştirilir ve programlar birleştirilir.
             Bir defaya mahsus olmak üzere, ebelik diplomasına sahip olduğu halde bu Kanunun yayımı tarihinde en az  üç yıldan beri yataklı tedavi kurumlarında fiilen  hemşirelik görevi yaptığını resmi belge ile belgelendiren ve  bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde talepte bulunanlar hemşirelik yetkisiyle görevlerine devam ederler.
Üniversitelerin hemşirelik programlarında ülke ihtiyacını karşılayacak yeterli kontenjan oluşturulmak üzere 5 yıl süre ile sağlık meslek liselerinin hemşirelik ve hemşireliğe eşdeğer sağlık memurluğu programlarına öğrenci alınmasına devam olunur ve bu programlardan mezun olanlara hemşire unvanı verilir."
MADDE  8 – Bu Kanun yayımı  tarihinde yürürlüğe girer. 
MADDE 9 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.


Whipple Hastalığı


Whipple hastalığı nadir rastlanan bakteriyel bir enfeksiyondur ve genellikle gastrointestinal sistemi etkiler. Rahatsızlık normal sindirim faaliyetlerinin aksamasına neden olur ve vücudun besinleri sindirme işlevine zarar verir.

Rahatsızlık ayrıca beyin, kalp, eklem ve gözleri de etkileyebilir. Hastalığın genel belirtileri ishal, karında kramplar ve ağrı, kilo kaybı, eklemlerde enfeksiyon, yorgunluk, güçsüzlük ve anemi olarak ortaya çıkar. Bu belirtilerin yanı sıra hafif yüksek ateş, öksürük, lenf bezlerinde şişme, deri renginde koyulaşma, nefes almada zorluk, görüşte bulanıklık ve hafıza kaybı gibi belirtiler de gözlemlenebilir.

Rahatsızlığın tedavisi antibiyotikler ile yapılır. Tedavi uzun sürelidir ve bakteriyi temizlemek için bir iki sene sürebilir. Buna karşılık tedaviye başlandıktan bir hafta sonra belirtilerde azalma gözlemlenir. Beyin ve sinir sistemi zarar görmeyen kişiler antibiyotik tedavisinin ardından tamamen iyileşirler.

YAŞLILARDA DÜŞMELER VE ALINACAK TEDBİRLER



Her yıl 65 yaş üzeri erişkinlerin üçte biri herhangi bir nedenle düşmektedir.Yaşlıların bir yaralanmaya bağlı ölüm nedenlerinin başında da düşmeler gelir.Bu sorun aynı zamanda en sık hastaneye yatış sebebidir.Düşen kişilerin %30’unda kalça kırıkları veya beyin travması gibi ciddi problemler yaşanır.Bunların tedavisi oldukça zahmetlidir ve bağımsız yaşamı engelleyebilir.Daha da ileri giderek erken,zamansız ölümlere neden olur.Yaşlılardaki kırıkların ilk nedeni düşmelerdir ve kırıklara en sık ,omurga,kalça, kol ve bileklerde rastlanır.Bir kez düşen kimse,yaralanmasa dahi tekrar düşme korkusu yaşar ve bu nedenle günlük aktivitelerini azaltır.Hareketsizlik ise tam tersine

tekrar düşme riskini arttırır.Bütün bunlara ek olarak sağlık harcamaları da önemli şekilde çoğalır.

Kimler risk altında?

Düşmeye bağlı ölümler erkeklerde kadınların iki katıdır.Ancak kırıklar söz konusu olduğunda durum tam tersidir.Seksenbeş yaş üzerinde karşılaşılan sorunlar daha da ağırlaşmaktadır.Yetmişbeş yaş üzeri kişilerde bir yılı bulan bakım ihtiyaçları ortaya çıkar.

Düşmeler nasıl önlenir?

Bazı önlemler sayesinde birçok düşme engellenebilir.Yapmanız gereken dört şey;1.Düzenli bir egzersiz programına başlamak 2. Aldığınız ilaçları doktorunuz ile gözden geçirmek 3.Gözlerinizi kontrol ettirmek 4. Evinizi daha güvenli hale getirmek.

Düzenli egzersiz programına başlayın.Egzersiz düşme riskini azaltan en önemli unsurdur.Sizi daha güçlü yapar ve kendinizi iyi hissedersiniz.Denge düzenleyen faaliyetler en etkilisidir.Hareketsizlik vücudu zayıflatır ve düşme ihtimalini arttırır.Kendiniz için en uygun olanı egzersiz türlerini doktorunuza sorun.

Doktorunuz ilaçlarınızı kontrol etsin.Yaşlandıkça ilaçların etkileri değişebilir.Buna bitkisel ürünler de dahildir.Bazı ilaçlar tek başlarına veya diğerleri ile etkileşerek,baş dönmeleri,dengesizlik yaparak düşme riskini arttırabilir.

Gözlerinizi kontrol ettirin.Yılda bir göz doktoruna muayene olun.Gözlük numaranız yanlış olabilir veya katarakt,glokom gibi sorunlarınız olabilir.Kötü görme düşmeleri kolaylaştırır.

Eviniz düşmelere karşı tedbirli olsun.Düşmelerin yarısı evde olur.Koridorlardan ve merdivenlerden,ayakkabı,giysiler ve mobilya gibi takılıp düşecek eşyaları kaldırın.Ayak altından kayacak veya takılabileceğiniz türde halıları kaldırın.Sık kullandığınız eşyaları kolay erişebileceğiniz yerlerde saklayın,tabure vs.üzerine asla tırmanmayın.Tuvalet ve banyoya tutunma kolları taktırın.Zeminlerinde kaymayı önleyen örtüler bulundurun.Ev içini aydınlık tutun,ışıklandırma iyi olsun.Gece kalktığınızda oda ve koridorlar aydınlatılmış olsun.Ev içi ve dışarıda devamlı ayakkabı giyin,çıplak ayak veya terlikle dolaşmayın.Telefon ve uzatma kablolarını ortalıkta bulundurmayın.Yatar veya oturur pozisyondan yavaşça kalkın.

Son olarak,eğer düşer ve kalkamazsanız, kullanmak üzere,yerde bir telefon bulundurun ve acil erişilecek numaraları yanında saklayın.

10 Mayıs 2015 Pazar

Obezite

Obezite Nedir?
Gelişen teknoloji, getirdiği olumlu yönlerin dışında, insanların beslenme alışkanlıklarını da olumsuz yönde etkilemiştir. Beslenme alışkanlığındaki değişiklikler ve fiziksel hareketlerin yetersizliği gibi bir çeşitli olumsuz şartlar bir araya geldiğinde bütün Dünya’da ortaya çıktığı gibi Türkiye’de de obezite (tedavi edilmesi gereken şişmanlık) sorununun görülme sıklığı oldukça hızlı artmaktadır. Yapılan çalışmalar ve araştırmalar gösteriyor ki, Türkiye’de fazla kilolu olma ve obezite yaygınlığının neredeyse %10–00 oranında arttığı ve obezitenin özellikle çocuklar ve gençleri etkisi altına almaya başladığı görülmektedir.
Obezite ile mücadele aslında, obezitenin yol açtığı bir çok hastalıkla da mücadeleyi kapsar. Bunun sebebi ise obezite, kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, bazı kanser türleri, solunum sistemi hastalıkları, kas-iskelet sistemi hastalıkları vb. pek çok sağlık probleminin – ki bunlara metabolik sendrom ismi verilir.- meydana gelmesine temek oluşturur.

Obezite nasıl tanımlanır?
Dünya Sağlık Örgütünün yaptığı açıklamaya göre, obezite sağlığı bozacak ölçüde vücutta normal olmayan ya da aşırı yağ birikmesi“ olarak tanımlanmıştır. Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının %15-18′i, kadınlarda ise %20-25′ini yağ dokusu meydana getirmektedir. Erkeklerde bu oranının %25, kadınlarda ise %30′un üzerine çıkması durumu obezite olarak kabul edilir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün obezite sınıflandırması belirlemek için çok sık bir şekilde Vücut Kitle İndeksi (BMI) kullanılmaktadır. BMI, kişinin vücut ağırlığının (kg), boy uzunluğunun (m cinsinden) karesine (BKI= kg/m2) bölünmesiyle ortaya çıkan bir değerdir. “BMI boyuna göre vücut ağırlığının tahmin edilmesinde kullanılmakta, vücutta yağ dağılımı hakkında veri sağlamaz.
Vücuttaki bütün yağ oranından çok, yağın vücutta bulunduğu bölge ve dağılımı çok önem teşkil eder. Bunun sebebi ise vücuttaki yağın yer aldığı bölge ve dağılımı, hastalıkların morbidite ve mortalitesi ile bağdaştırılmaktadır. Bölgesel yağ dağılımı genetik olarak erkek ve kadınlarda farklılık göstermektedir. Android tip (erkek tipi) obezitede yağ ilk olarak göbek bölgesinde karında ve cilt altında, jinoid tip (kadın tipi) obezite ise gluteus ile femurlar üzerinde ve cilt altında toplanmaktadır. Bu dağılımın saptanmasında bel/kalça oranı kullanılmakta ise de, bel çevresinin yalnız başına kullanımının karın bölgesindeki yağ dağılımı için daha doğru ve daha basit bir yöntem olduğu kabul edilen bir durumdur.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise bel/kalça oranı kadınlarda 0.85′den ve erkeklerde ise 1.0′den fazla ise android tip obezite olarak kabul edilmektedir. Bu durumda tip 2 diyabet, hipertansiyon ve iskemik kalp hastalığı açısından risk etmenleri oldukça artmaktadır. Yalnız başına bel çevresinin de erkeklerde 102 cm, kadınlarda 88 cm’nin üzerinde olması (Uluslar arası Diyabet Federasyonu (IDF) 2005′de bu rakamları 94 ve 88 cm’ye çekmiştir) kardiyovasküler hastalık riski ile bağlantılıdır.



Obezitenin Nedenleri Nelerdir?
Obeziteye yol açan etkenleri tamamen ve net olarak açıklanamamakla beraber aşırı ve doğru olmayan beslenme ve fiziksel aktivite yetersizliği obeziteye yol açan en önemli sebepler olarak kabul edilmektedir. Bu etkenlerin dışında genetik, çevresel, nörolojik, fizyolojik, biyokimyasal, sosyo-kültürel ve psikolojik gibi oldukça etken birbiri ile bağlantılı şekilde obezitenin ortaya çıkmasında rol oynamaktadır. Bütün Dünya ülkelerinde özellikle çocukluk çağında ortaya çıkan obezite problemindeki artışın yalnızca genetik yapıdaki değişikliklerle açıklanamayacak denli çok olması sebebi ile, obezitenin meydana gelmesinde çevresel etkenlerin rolünün ön planda olduğu kabul edilmektedir.

Obezitenin ortaya çıkmasında başlıca risk etkenleri aşağıda verildiği gibidir:
  • Aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıkları
  • Yeterli olmayan fiziksel aktivite
  • Yaş
  • Cinsiyet
  • Eğitim düzeyi
  • Sosyo – kültürel etmenler
  • Gelir durumu
  • Hormonal ve metabolik etmenler
  • Genetik etmenler
  • Psikolojik sorunlar
  • Sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulama
  • Sigara- alkol tüketimi durumu
  • Kullanılan bazı ilaçlar (antideprasanlar vb.)
  • Doğum sayısı ve doğumlar arası süre

Türkiye’de Obezitenin Görülme Sıklığı
Obezitenin bu denli yayılmasında dikkat edilmesi önemli olan etkenlerden biri de yaşamın ilk senelerindeki beslenme şeklidir. Yapılan çalışmalarda, obezitenin ortaya çıkma sıklığının anne sütü ile beslenen çocuklarda, anne sütü ile beslenmeyen çocuklara nazaran daha düşük oranlarda olduğu, anne sütü emme süresinin, tamamlayıcı besinlerin çeşidi, miktarı ve başlama zamanlarının obeziteyi ortaya çıkardığı ve etkilediği bilinmektedir.
DSÖ ve UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) tarafından yayımlanan birçok belgede 6 ay yalnız başına anne sütü verilmesinin, 6.ayın ardından emzirmenin devam etmesi ile beraber güvenilir ve uygun kalite ve miktarda tamamlayıcı besinlere başlanılmasının ve minimum 2 sene emzirmenin sürdürülmesinin kısa ve uzun dönemde obezite ve kronik hastalık riskini azaltabileceği belirtilmiştir.

Obezitenin zararları
Şişmanlığın yani obezite adı verilen tedavi edilmesi gereken şişmanlığın üzerinde durulması gereken, hayati tehlikeye yol açan, kalp damar hastalıklarında çok önemli bir etken olduğu herkes tarafından kabul edilmiş bir tıbbi veridir. Kolesterolün yüksek olması, tansiyon yüksekliğine ve damar tıkanıklığına sebep olmaktadır. Bu durumda kalp krizi geçirme ihtimali daha fazla artar. Kilo kaybını sağlamak ve verilen kiloyu muhafaza etmek, bu hastalıklarda düzelme sağlar. Erişkin tipi şeker hastalığına yol açan en büyük etken, şişmanlık yani obezitedir. Kişi ne denli çok kilolu ise, şeker hastası olma ihtimali de o denli fazla olmaktadır. Yağ oranı fazla kişilerde karaciğerde aşırı yağ artışı kaynaklı olarak yağlanmalar görülür.
Kas ve iskelet sistemi de obezite kaynaklı zarar verici etkilerinden etkilenir. Ağır bir yükü taşımak durumunda olan kas ve kemiklerde dizde ve kalçada kireçlenme, varisler, kas zayıflığı ve fıtık meydana gelebilir. Yağlar, kanın kalbe dönmesini güçleştirir. Obezite problemi olan hastaların, zamanın büyük bir kısmında nefes alırken güçlük çektikleri görülür. Bunun sebebi ise, solunum için obezite hastalığı oldukça zor taşınan bir yüktür. Kandaki karbondioksit oranı artar. Solunum yapmak oldukça güç bir hal alır. Uyku hali ortaya çıkabiliir.
Özellikle gençlerde ortaya çıkan obezite sorunu, psikolojik açıdan da problemlere yol açar. Obezite problemine sahip olan kadın hastalarda doğum yapmak riskli ve zor bir süreç olmasının yanında, kişiye ve bebeğe de zarar verebilir. Hatta kısırlığa dahi sebep olabilir. Adet düzensizlikleri sık karşılaşılan bir sorundur. Safra kesesinde taş olma riski artar.Yara ve deri hastalıkları artar. Ayakta mantar görülebilir. Bütün bunların yanında obezite kişinin hayat kalitesini düşüren bir durumdur. Hastanın hayatını zorlaştırır, çabuk hareket etmesini engeller. Yaşam süresinin kısalmasına sebep olan bir sorundur. Muhakkak tedavi edilmelidir.

Kadınların Mutlaka Yaptırması Gereken Testler

Sağlığımızla ilgili yaptığımız en önemli hataların başında rutin tetkik ve muayeneleri hasta olmadan yaptırmamak ve bu bilinçten uzak olmak geliyor. Kadınların büyük çoğunluğu jinekolojik muayenelerine sadece herhangi bir rahatsızlıkla karşılaştıkları zaman gidiyor. Oysaki günümüzde sık rastlanan meme kanseri, rahim ve rahim ağzı kanseri gibi türler düzenli kontrol sayesinde erken dönemde yakalanıp, tedavi edilebiliyor. Memorial Hizmet Hastanesi Kadın ve Doğum Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Meltem Eğilmez Kalkavan, düzenli kontrol ile önlenebilecek kadın hastalıkları hakkında bilgi verdi.
Genç kızlıktan itibaren düzenli muayene şart 
Kadın hastalıkları ve doğum alanında 3 ayrı takip programı yürütülmelidir. Bunlar kadın sağlığı taramaları, gebelik takipleri ve menopoz takibidir. Kadın sağlığı taramaları aslında ilk adet döneminde başlayıp, her yıl doktor muayenesi ile sürdürülmelidir. Bu dönemde cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili aşı uygulamaları ( Hepatit B aşısı, HPV-Rahim ağzı kanseri aşısı) yapılmalı bu hastalıklardan ve istenmeyen gebeliklerden korunma yöntemleri (Prezervatif, doğum kontrol hapları vs…)konusunda genç kızlarımız bilinçlendirilmelidir.

Meme kanserine karşı her kadın kendi kendine muayene tekniğini öğrenmeli

İlk cinsel ilişkiden yaklaşık 3 ay sonra ilk smear testi alınmalı ve en fazla 2 yıl aralıklarla tekrarlanmalıdır. Her yıl düzenli olarak jinekolojik muayene yapılmalı, kendi kendine meme muayenesi teknikleri her bayana öğretilmeli ve meme takiplerini düzenli olarak yaptırması konusunda uyarılmalıdır. Doğum kontrol yöntemi kullanan kadınların kullandıkları yönteme göre değişen rutin takipleri de unutulmamalıdır.

40 yaş sonrası düzenli kemik ölçümü yapılmalı

40 yaş sonrasında düzenli meme muayenelerinin önemi konusunda kadınlar mutlaka uyarılmalı ve mamografi konusunda bilinçlendirilmelidir. Yıllık düzenli takiplerde yaşa bağlı olarak artan jinekolojik kanserlerin erken teşhisine yönelik araştırmalar ve menopoz öncesi dönemin değerlendirilmesi yapılır. 40 yaş civarında yapılacak kemik yoğunluğu ölçümü menopoz belirtileri ortaya çıktığında tekrarlanmalıdır. Kemik erimesi saptanmaz ise her 3 yılda bir, kemik erimesi varsa her yıl kemik yoğunluğu taraması yapılır.

Gebelik ancak sigarayı bıraktıktan 6 ay sonra düşünülmeli

Gebelik planlayan bir çift kullandıkları doğum kontrol yöntemini bırakmadan 2 ay önce mutlaka jinekoloğa başvurmalı ve gereken tetkikleri yapılmalıdır. Eksik aşıları varsa tamamlanmalı, smear testi mutlaka yapılmalı ve folik asit kullanımı başlanmalıdır. Ayrıca gebe adayı yapması ve yapmaması gerekenler konusunda bilgilendirilmeli, diş hekimine başvurarak varsa diş sorunlarını çözümlemelidir. Çiftin psikolojik danışmanlık alması da özellikle ilk aylarda oluşacak depresif eğilim ve doğumu takip eden günlerdeki aşırı yorgunluğun getireceği gerginliğin uygun şekilde atlatılması için gereklidir. Gebelik oluşmadan önce kilo fazlası ve sigara tiryakiliği sorunları olan bayanlara konunun ciddiyeti anlatılmalı ve bu sorunları ile başa çıkmanın yolları gösterilmelidir. Sigara bırakıldıktan 6 ay sonra gebelik için izin verilebilir. Sigara kadınlarda yumurta, erkekler de ise sperm sayı ve kalitesini azaltmaktadır. Bu durum gebe kalmayı zorlaştırabilir. Ayrıca, annenin gebelik düşünülene kadar içtiği sigaranın zararları vücuttan hemen temizlenmez bu acıdan sigara gebelik planlanıyorsa en az 6 ay önceden bırakılmalıdır.

Gebelikte rutin tetkikler önemli

Gebelik oluşması ile birlikte hemen ilk muayene yapılmalı ve ilk aylarda yaklaşık 2 haftada bir, 12. haftadan sonra ayda bir ve son ayda her hafta rutin takipleri yapılmalıdır. Gebelik öncesi danışma muayenesi yapılmadı ise rutin tetkikler ve smear testi ilk gebelik muayenesinde yapılır. Oluşan sorunlara göre bu muayenelerin sıklığı arttırılabilir. 12. haftada ikili test, 16. haftada afp testi, 22. haftada detaylı ultrasonografi ve 26. haftada 50 gr. şeker yükleme testi mutlaka uygulanmalıdır. 20. gebelik haftasından sonra 4 hafta ara ile 2 doz tetanoz aşısı uygulaması yapılır.

Organ Naklinde Doğru Olduğu Sanılan 10 Yanlış

 2010 yılında ülkemizde 17.663 kişi böbrek bekliyordu. Aynı yıl Türkiye’ de 1032 kişinin beyin ölümü gerçekleşmesine rağmen ancak 281 kişinin organları başka hastaların tedavisi için bağışlandı. 
•    Yine 2010 yılında ülkemizde 2548 böbrek nakli yapılırken, bu sayı 2011 yılı eylül ayı itibarıyla 2016’ya düştü.
Ancak bu sorun yalnızca bizim ülkemize ait değil. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de nakil sayıları istenilen oranlara ulaşılamıyor. Nakillerin çoğunlukla canlı vericilerden yapılması özellikle de kadavradan nakillerin sayısının artmaması bu alandaki en büyük sorunlarınbaşında yer alıyor.  Acıbadem Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alihan Gürkan ülkemizde böbrek hastası sayısında artış olduğunu, bu nedenle de daha çok kişinin böbrek bağışında bulunması gerektiğini belirtiyor. Bu konuda halkın bilinçlendirilmesinin önemine işaret eden Prof. Dr. Alihan Gürkan, ülkemizde organ nakli konusunda hala ciddi bir bilgi yetersizliği olduğunu söyleyerek organ nakli konusunda doğru bilinen 10 yanlışı açıkladı:

1-Kişilerin kan grupları farklıysa nakil yapılamaz!
Yanlış. Kişilerin kan grupları farklı olsa da nakil yapılabiliyor.  Ancak şunu akılda tutmak gerek; bu yöntem oldukça pahalı ve riski daha yüksek.  Bu nedenle başka çözüm yollarının uygulanamadığı durumlarda, son çare olarak başvurulması gerekiyor. Asla rutin olarak kullanılmamalı, kan grubu uyumu her zaman zorlanmalı.

2-  Organ naklinde doku uyumu şart!
Yanlış. Doku uyumu tercih edilmekle birlikte, organ naklinde şart değil. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; hayatını kaybetmiş bir kişiden alınan böbrek yüzde yüz uyumlu olsa bile, canlıdan alınan hiç uyumsuz böbrek ile karşılaştırıldığında yine de canlıdan alınan böbrek daha iyi çalışıyor. Bu da doku uyumunun çok gerekli olmadığının bir göstergesidir.

3 – Kadından kadına nakil yapılmalıdır, erkekten yapılırsa böbrek çalışmaz.
Yanlış. Kesinlikle böyle bir kısıtlama yok. Her iki cinsten kişiler rahatlıkla karşılıklı bağış yapabilirler.

4- Çocuklara büyüklerden böbrek nakli yapılamaz.
Yanlış. Dünyanın en küçük canlı alıcısına International Hospital’da erişkin vericisinden böbrek nakli yapıldı. Biz bu sınırı çocuklarda 7,5 kg’a kadar çektik. Bu nedenle her anne baba çocuğuna böbrek bağışında bulunabilir. Son bir yılda ki en küçük nakillerin çoğu merkezimizde yapıldı.

5- İnsan tek böbrekli kalırsa uzun yaşayamaz.
Yanlış. Çok sayıda böbrek vericisi uzun dönem izlenmiş ve bu kişilerde yaşamlarını değiştirecek olumsuz bir etki görülmemiş. Batılı ülkelerden yapılan yayınlar bunu açıkça gösteriyor. Bu nedenle 30 yaş üzerindeki herkes rahatlıkla böbreğini verebilir.

6- İki farklı ırktan insan arasında yapılan nakil başarılı olmaz.
Yanlış. Böbreğin dini, dili, ırkı, mezhebi ve rengi olmaz! Zencilerdeki böbrek siyah değil, pembe renktedir.

7- Kadavradan alınan böbrek uzun yaşamaz.
Yanlış. Kadavradan alınan böbreklerin çalışması canlı vericilerinkine göre daha geç olmasına karşın, yine de böbrek kaynağı olarak beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerin organları tercih edilmelidir. Çünkü beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerden alınan böbrekler, uzun yıllar canlı vericiden alınmış böbreğe yakın fonksiyon gösterirler.

8- Yüksek tansiyon hastasından ve hepatit B taşıyıcısından böbrek alınmaz. Nakil  yapılamaz.
Doğru / Yanlış. Yüksek tansiyon tanımı iyi ortaya konmalı. Eğer tedavi gerektiren bir yüksek tansiyon varsa, kişi böbrek bağışçısı olamaz.  Alıcı aşılı ise Hepatit B olan birinden böbrek alabilir. Bu kurallar hastaya göre değişebilir, katı değildir.

9- Kalp hastasından, şeker hastasından böbrek alınabilir.
Yanlış. Şeker hastaları böbrek vericisi olamaz. Çünkü zaten kendi hastalıkları, böbrek  fonksiyonlarını bozuyor. Bu kişilerin böbreklerinden birini vermeleri söz konusu olamaz.


10- Obezlere, çok şişmanlara yapılan nakil başarılı olamaz.
Yanlış. Elbette bir hekim olarak genel sağlığını koruması için kimsenin fazla kilolu olmasını istemeyiz. Ancak böyle olması da nakle engel bir konu değildir. Sadece verecek kişileri, ekip olarak, operasyon öncesi ve sonrası kilo vermeleri konusunda uyarıyoruz.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Anne Kanından Bebeğin Genetik Problemi Tespit Edilebiliyor

Gebelerin rutin takiplerinde 11-14. hafta muayenesi özellikle önem taşır. Bu haftada İkili test yapılır, bebeğin Down sendromu riski hesaplanır.
Hikayenin bu kısmında öncelikle Down Sendromu ne demek onu tartışalım isterseniz.
Down sendromu, trizomi 21; genetik düzensizlik sonucu insanın 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunması durumu ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan genetik bir farklılıktır.
Down sendromu vücutta yapısal ve fonksiyonel değişiklikler ile karakterize edilir. Vücuttaki küçük ve büyük farklılıkların kombinasyonu yapısal olarak sergilenir.
Down sendromu sık sık zihinsel kavramadaki bozukluklar ve fiziksel gelişimin tipik yüz görünümü gibi farklı olmasıyla ilişkilendirilir. Çoğunlukla hafif veya orta seviyeli öğrenme güçlüğü gibi sorunlar taşır.
Down sendromu gebelik sırasında ya da doğumda tanımlanabilen bir rahatsızlıktır. Down sendromuna her 800 ile 1000 doğumda 1 oranında rastlanır; istatistikler anne yaşının artışıyla bu oranın yükseldiğini göstermiştir, diğer etkenlerin payı küçüktür.
Down Sendromu ilk kez İngiliz hekim John Langdon Down tarafından 1866’da sistematik bir şekilde sınıflandırılmış ve sendrom olarak tanılanmıştır. Sendrom, doktorun ismi olan “Down sendromu” olarak söylenmeye başlamıştır. 1959’da Jérôme Lejeune tarafından 21. kromozomun trizomisi olduğu tanımlanmıştır.

Down Sendromu’nun Özellikleri

Kulaklar kafada normalden düşük bir seviyede durur ve gözler birbirinden ayrık ve çekik görünür. (Bu görünüm moğol ırkına benzetilerek mongolizm olarak ta ifade edilir.) Dil, normal konuşmayı önleyecek kadar genişlemiştir. Ensede genellikle boğumlar vardır. Bu bebeklerin tonusları (vücut gerginliği) düşüktür. Geniş el, kısa ve tombul parmak ve sıklıkla avuç içlerinden birinde ya da ikisinde “Simian çizgisi” denilen tek bir çizgi vardır. Ellerin serçe parmakları genellikle içe doğru kıvrımlıdır. Vücut kısa ve tıknazdır. Çocukluk dönemlerinde solunum hastalıkları, kalp bozukluklarına rastlanabilir. Yaşam süreleri geçmiş yüzyılda düşük seyretmişken günümüzde gelişen tıp ve iyi bakım sonucunda bu yaş ortalama DS’lu kişi ömrü 50 yaş civarında seyretmektedir.
Down sendromunun getirilerinden biri de hafif ila orta düzey arasında değişebilen zeka geriliğidir ; bu oran Mozaik Down sendromunda  10-30 oranında yukarıdadır.
Down sendromu gebelikte tanınabilen bir genetik farklılıktır. İkili tarama testi, üçlü tarama testi, ultrasonografi ve diğer bazı tanı yöntemleri ile Down sendromundan şüphelenilen gebeliklerde ileri tetkikler yapılır. CVS veya amniyosentez ile kesin tanı konur. Down sendromu saptanmışsa aileye ayrıntılı genetik danışmanlık verilir.

İkili test Nedir?

İkili test 11-14. haftalar arasında ultrasonografi yardımıyla fetusun nuchal translucency- ense kalınlığı (NT) kadın doğum uzmanı tarafından ölçülerek, annenden alınan kandan bazı biyokimyasal belirteçlerinde test ile kombine edilmesi ile risk hesaplayan bir TARAMA yöntemidir.
Tarama Yöntemi olmasının altını çizyoruz çünkü kesin tanı bu test ile konulamaz!
Riski yüksek çıkanlarda 11-14. haftalarda CVS- corion villus sample- bebeğin eşinden parça alınıp veya 16-18. haftalarda Amniyosentez- Bebeğin içinde bulunduğu sıvıdan örnek alınıp genetik incelemesi önerilir.
Bu iki ileri tetkikte anne karnındaki ortamın bütünlüğü bozulduğundan bebeğin düşme riski vardır. Düşük oranda olsa da annenin enfeksiyon kapma ihtimali vardır.


Anne Kanından Fetal DNA bakılması
Serbest Fetal DNA nedir? (non-invasiv prenatal test (NIPT)


Serbest fetal DNA = cffDNA= Cell free fetal DNA)
Serbest fetal DNA gebelik sırasında plasentadan anne kanına geçen ve hücre içerisinde bulunmayan serbest olarak saptanan genetik materyaldir. Anne kanında fetusa ait intakt hücreler de saptanabilir ancak bunlar çok nadirdir ve genetik inceleme için kullanışlı değildir . Anne kanında bebeğe ait hücrelerin yıllarca kalabileceği bildirilmiştir, bir araştırmada 27 yıl önceki gebeliğe ait hücreler saptanmıştır . Anne kanında fetal DNA ilk defa Lo YM ve arkadaşları tarafından 1997 yılında gösterilmiştir.
Anne kanında fetusa ait serbest genetik materyal DNA ve RNA şeklinde olabilir. DNA’nın esas kaynağının plasentadaki sitsityotrofoblastların apopitozu olduğu düşünülmektedir . Serbest DNA plasenta kaynaklı olduğundan plasental mozaizm ve fetoplasental uyumsuzluklar yanlış pozitif ve yanlış negatif sonuçlara neden olabilir nadiren. Benzer şekilde mozaik trizomi durumlarında da tanı yanıltıcı olabilir.
Serbest fetal DNA gebelikte nadiren 5. hafta (son adete göre) kadar erken dönemde saptanabilse de genellikle 9. haftadan sonra saptanabilmektedir . Fetal kan dolaşımı başlamadan önce anne kanında serbest DNA saptanması bunun trofoblastlar kaynaklı olduğunu düşündürmektedir. Anne kanında serbest fetal DNA’nın yarı ömrü dakikalarla ifade edilebilecek kadar kısa saptanmıştır . Bu nedenle doğumdan yaklaşık 2 saat sonra anne kanında saptanamadığı bildirilmişir .
İlk trimesterin sonlarında anne plazmasındaki total DNA’nın yaklaşık %10-15’i fetal DNA’dan oluşurken gebeliğin son aylarında bu oran artar ve %50’yi bulur. Anne kilosu arttıkça fetal DNA konsantrasyonunun azaldığı saptanmıştır. Lo ve ark. anne kanındaki serbest DNA’nın %2-6’sını fetal serbest DNA’nın oluşturduğunu saptamıştır. Serbest RNA yarı ömrü de dakikalarla ölçülebilecek kadar kısa bulunmuştur ancak gebelik ayları boyunca daha stabil bir konsantrasyonda saptandığı bildirilmiştir .

Prenatal tarama amacıyla serbest fetal DNA testi:
(ACOG, Committee Opinion, 2012)
– Serbest fetal DNA rutin bir tarama testi olarak kullanılmamalıdır. Aile bilgilendirilerek önerilen ek bir tarama testi olarak kullanılabilir.
– cffDNA günümüzde kullanılan tarama testlerine yüksek doğruluk oranı olan bir alternatifdir ancak rutin uygulanamayacak kadar pahalıdır bu nedenle günümüzde kullanılan tarama testlerine (ikili, üçlü, dörtlü test) devam edilmelidir.
– Düşük risk grubuna ve çoğul gebeliklere önerilmemelidir çünkü bu gruplarda yeterince değerlendirme yapılmamıştır.
– Test sonucunun negatif yani normal gelmesi bebeğin tamamen normal olduğunu garanti ettirmez, bu şekilde bilgi verimelidir aileye.
– Test sonucunun pozitif gelmesi (bebeğin trizomi olabileceğini bildirmesi) durumunda kesin tanı için genetik danışma ve amniyosentez, cvs gibi invaziv testler önerilmelidir.
– Test yalnızca yaygın bilinen trizomiler (21, 13, 18) hakkında bilgi verir. Diğer genetik hastalıklar hakkında bilgi veremez. Aile bilgilendirilirken bu konu da belirtilmelidir.
– Serbest fetal DNA testi uygulanmadan önce genetik hastalıklar açısından aile hikayesi alınmalıdır ki gerekirse genetik hastalıklar açısından diğer testler uygulanabilsin.
– Eğer ultrasonografide bebeğe ait yapısal anomali saptanmışsa amniyosentez gibi invaziv testler önerilmelidir çünkü cffDNA sadece trizomileri belirleyebilir.
– Serbest fetal DNA testi amniyosentez gibi invaziv testler kadar doğru ve kesin sonuç veremez. Bu açıdan bu testlerin yerini alamamıştır ancak alternatif bir seçenektir.
– Aşağıdaki listede belirtilen endikasyonlarda yüksek risk grubuna tarama testi olarak önerilebilir. Down sendromlu bebekleri %98-99 sensitivite ile belirleyecektir (%0.5 yanlış pozitiflik oranı ile).

Serbest fetal DNA testinin önerildiği durumlar:
(ACOG, Committee Opinion, 2012)
– Doğumda anne yaşının 35 veya üzerinde olacağı gebelikler
– Ultrasonografide fetal “anoploidi” bulguları izlenmesi
– Daha önce trizomili gebelik öyküsü
– İkili, üçlü, dörtlü tarama testlerinde yüksek risk saptanması
– Ebeveynlerde trizomi 21 veya 13 artmış riski ile birlikte dengeli robertsonian translokasyon saptanması

Serbest fetal DNA’nın trizomiler dışında kullanılabileceği alanlar:
– Annede X-linked hatsalıkların varlığı durumunda bebeğin cinsiyetinin gebeliğin erken haftalarında saptanması için kullanılabilir. Diğer yöntemlerle cinsiyet daha geç haftalarda saptanacaktır ve invaziv yöntemlerde düşük riski olacaktır. Duchenne müskuler distrofi ve hemofili en yaygın x-linked hastalıklardır. Bu hastalıklar erkek bebeklerde belirgin olur çünkü tek bir tane X kromozomu vardır ve hastalıklı X kromozomunu kompanse edecek ikinci X kromozomu mevcut değildir.
– Kalıtımsal hastalıklar açısından riskli ailelerde genetik çalışma için cffDNA analizi yapılabilir.
– Rh faktör taraması amacıyla kullanılabilir. Maliyet yüksekliği nedeniyle bu amaçla rutin kullanılmamaktadır ancak immunizasyon durumunda kullanılabilir.
– Bazı araştırmalarda cffDNA’nın preeklampsi gelişecek gebeliklerde daha yüksek konsantrasyonda saptandığı bildirilmiştir. Preeklampsiyi öngörmede kullanılabileceği bildirilmiştir.
– Bu yöntemle hamileliğin çok erken haftalarında (4.-5. haftalar) bebeğin cinsiyetinin belirlenebilir olması cinsiyet seçerek küretaj-düşük işlemlerine sebep olabilir. Bu açıdan etik tartışmalar meydana gelmiştir.

Yanlış negatiflik durumları:
– Yeterli DNA materyalinin elde edilememesi
– cffDNA miktarının kişiler arasında farklılık gösterebilmesi ve yeterli miktarda bulunamaması.

Yanlış pozitiflik durumları:
– Kontaminasyom
– Tespit edilmemiş vanishing-twin sendromu
– Plasental mozaizm
– Maternal mozaizm

Test için alınan kan örneklerinin yaklaşık %2-5 kadarında sonuç elde edilememektedir. Bu durumda tekrar kan alınarak analize gönderilmesi gerekir. Bu durumun olabileceği en baştan hasta bilgilendirilirken anlatılmalıdır.

Prenatest®, Nifty®, Maternit 21®, Verifi®, Harmony® Panorama® gibi isimlerle piyasada bulunmaktadır. Bu testlerin henüz piyasa fiyatı yüksek olmakla beraber ilerleyen yıllarda maliyeti ve fiyatı düşecektir.

Non-İnvasiv Prenatal TEST (NIPT) ile;

  • Trizomi 21, 18, 13 16, 22,  Turner, Kleinfelter, XXX, XYY
  • Mikrodelesyon Sendromları
  • Di George – 22q11.2 del 1/4000
  • Prader Willi/Angelman – 15q del 1/10000
  • Jacobsen -11q del 1/100000 
  • Langer Giedion - 8q del 
  • Cri-du-chat-5p del 1/50000 
  • Wolf Hirschhorn - 4p 1//50000 
  • 1p36 syndrome 1/5000 hastalıkları da tanı alabilmektedir.

Hipoglisemi Nedir?

Kandaki glikozun normal seviyenin altına düşmesi ile gerçekleşen karakterize akut bir komplikasyondur. Kanda glikoz düşmesi sıklıkla insülin kullanan hastalarda yan etki olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bununla birlikte bazı Oral Antidiyabetik (OAD) ilaçların kullanımı sırasında da Hipoglisemi oluşabilmektedir. Hipoglisemi kan şekerinin 50 mg/dl’nin altına düşmesi olarak tanımlanır. Ancak bir çok diyabetlide bu düzeyde ve hatta daha düşük seviyelerde herhangi bir belirti olmayabilir. Bazı diyabetliler ise kan şekeri 50 mg/dl’nin üstünde olduğunda bile hipoglisemi belirtilerini algılayabilirler. Bazense kan şekerinin hızlı düşmeside (örn; 300 mg/dl’den 150 mg/dl’ye) yarattığı değişikliğe bağlı olarak hipoglisemi belirtilerini hisseder. Bununla birlikte çoğu diyabetli her zaman aynı belirtileri hisseder.

Hipogliseminin nedenleri nelerdir?
§  Sindirim güçlüğü olarak tanımlanır.
§  Çok fazla insülin veya OAD alınması.
§  Çok az yiyecek alınması (Ana veya ara öğünlerin atlatılması,kaçırılması.)
§  Artmış fiziksel aktiviteler.
§  İlaç değişikliği veya insülinin enjekte edildiği bölge.
§  Alkol kullanımı.
§  Kadınlarda mensturasyon dönemi.
 Hipogliseminin belirtileri nelerdir? 
 Hafif Dereceli Belirti ve Bulgular;
§  Halsizlik yada titremeler
§  Sinirlilik
§  Solgunluk
§  Dudakta ve dilde karıncalanma
§  Baş ağrısı
§  Terleme
§  Çarpıntı
§  Açlık hissi  
Orta Dereceli Belirti ve Bulgular
§  Konsantrasyon güçlüğü
§  Yürüme güçlüğü
§  Konuşma bozukluğu
§  Davranış değişikliği
§  Bulanık görme
§  Baş ağrısı
§  Karın ağrısı
§  Uyuşukluk
§  Sinirlilik
§   Taşikardi
Ciddi Dereceli Belirti ve Bulgular
§  Oryantasyon bozukluğu
§  Cevap yetersizliği
§  Nöbetler
§  Bilinç kaybı ile karakterizedir.

Hipogliseminin yönetimi nasıl olur?
Suda eritilen 2-3 kesme şeker veya iki tatlı kaşığı toz şeker, meyve suyu, glikoz tableti verilir veya glukagon enjeksiyonu yapılır. Semptomlar kaybolmadıysa, aynı işlemler tekrarlanır. Hipoglisemi sonrası ilk 24 saat,
hastalar risk grubunda sayılacaklarından her 4 saatte bir kan şekerine bakılır.